31 Aralık 2012 Pazartesi

29 ARALIK 2012'DE 5 YAŞ OLDUK...

Daha dün gibi onlarla ilk karşılaşmam.İlk kokularını duymam.Soğuk bir Aralık Cumartesi sabahı idi.Plansız programsız Damla kuzusunun aceleciliğinden apar topar hastaneye koşmuştuk.Ve buz gibi bir havada onlar bu dünyaya merhaba dedi.Miniciklerdi.Kucağımızda bile zor tutuyorduk.2,5 kg'luk iki minik prenses.Önce Damla merhaba dedi bize.Ardından Karya.Onların sesiyle dünya anlamlandı. Sıcaklığıyla yaşanılası bir hal aldı.İyi ki doğdularda hayatım anlam kazandı.Onlar sayesinde annelik sıfatına hak kazandım."ANNE".. Ne kadar güzel bir kelime.Hele o kelime senin canından olan kişiden çıkıyorsa daha da güzel.Milyonlarca anne var dünyada.Ama he anne çocuğuna özel.Her çocuk da annesine...Allah her evladı anasına babasına bağışlasın.Her ana babayıda evladına.

9 Eylül 2012 Pazar

ORGANİK İŞLER BUNLAR…..
 
Yeni trend budur efendim. Organik takılacaksın artık hayatta. Başka da yolu yok. Aksi takdirde ne sağlığın kalır alimallah nede yine sağlığın. Yıllar önce henüz küçücük, minicik bir çocukken her şeyin doğal olduğu bir dönemde yaşarken diye başlıyorum cümleme. Çünkü o dönemler sanki yüzyıllar öncesinde kalmış gibi. Oysa çok değil 3-5 yıl öncesinden (şaka şaka nerden baksan 20-30 yıl olmuştur) bahsediyorum. Hani sütçümüzün sokak sütçüsü olduğu ve kimsenin burun kıvırmadığı yıllardan. Hani sonrasında şişe ve pastörize sütler çıkmıştı da biz ne oldum delisi olmuştuk. Hani sütü kaynatmakla uğraşılırmıymış, sokak sütçüsünden aldığımız süt sağlıklımıymış falan filan. Yada hani domatesimizi, biberimizi yani bilumum sebzelerimizi atının yada eşeğinin sırtına yükleyip “bahçevannnngeldiiiihaniimmmm” “domatiiizzzz, patatizzz, patlicannnnn” diye bağıran satıcıdan. Hani sebzeni alırken ayaküstü hal hatır sorduğun komşunla da sohbet etme imkanı bulduğun günlerden. Ya da salçamızı, eriştemizi, reçelimizi ve bilumum kışlık erzağımızıhazırladığımız günlerden. Hani o zamanlar çarşıya, pazara çıktığımızda sadece mevsiminde yetişen sebze yada meyveleri görebilirdik.Ve büyük bir özlemle beklerdik mevsimi gelse de canımızın çektiği her neyse bir an önce kavuşabilelim. Oysa şimdi bakıyoruz etrafımızda her yerde, çarşı, Pazar, market farketmiyor her şey her zaman bulunuyor. Bu iyi mi, kötü mü mevzumuz bu olmadığı için hemen burayı geçiyorum.
Eskiden hatunlar hamile kaldığında aşermek bile daha zevkliydi bence. ”Hayatım canım şunu çekti”deyip baba namzeti kişiyi ordan oraya koşturup aratmak ne eğlenceli olsa gerek. Halbuki şimdi bulamamak gibi bir durum söz konusu bile değil. Şimdi zamanında yemediğimiz gıdalar yani artık her daim her yerde bulabildiğimiz bu sebze ve meyveler var ya. Ben bunların zararlarını yada nasıl üretildiğini anlatmayacağım. Çünkü artık hepimiz bilinçliyiz bu konularda. Yok hormonlusu, yok katkılısı, yok ilaçlısı, yok GDO’lusu var bunların. Birde bunları tekrar tekrar anlatarak ben canınızı sıkmayacağım. Bu konuda ne yapılabilir derdindeyim ben.
Sebze ve meyvelerimi mümkün olduğunca köy pazarlarından almaya çalışıyorum. Köylerdeki insanların hala saf ve kötüleşmemiş insanlar olduklarına inanıyorum. Gözlerini para hırsı bürümemiş olmalarını diliyorum. Ve ben her aldığım doğal ürünün tohumlarını alıp saklama çabasına girdim. Mesela bir gün Seferihisar’a gittim. Oradan Seferihisar’ın yerli domatesini aldım. Hemen çekirdeklerini ayırıp kendime yerli domates tohumu yapıp sakladım. Mesela Milas’a köye gittiğimde yıllardır yemediğim, bırakın yemeyi görmediğim yerli karpuzla rastlaştık. Önce tanıyamadık birbirimizi. Sonra ben kocaman açılmış gözlerimle bunun çok eskilerden tanıştığım yerli karpuz olduğunu fark edince karpuz yemeği bile unutup direk çekirdeklerine saldırdım.
Etrafımdaki insanlar şaşkınlıkla bana bakıp karpuz yemeğe devam ettikçe ben çekirdek topluyordum önlerinden. Hani belki hatırlıyorsunuzdur o iri iri siyah çekirdekleri. Hani annelerimiz onu kurutup biraz tuzlayıp tavada kavururdu da biz çekirdek niyetine çitlerdik. Hatırladınız değil mi? İşte o çekirdekleri şimdilik kurutup sakladım. Sonra yine köyden yada doğallığına güvendiğim bir yerden aldıysam meyvelerin çekirdeklerini de saklamaya başladım. Elimde birkaç tane erik ve armut çekirdeği yani tohumu var. Onları da bir güzel kurutup sakladım. Şimdi sırada güzel bir bahçe almak fikri var. Tohumlarım hazır. Şöyle güzel bir arazi alıp, içine minik, şirin bir ev yapıp sonra da bahçemi oluşturma hayalindeyim. Bu yüzden bir limon çekirdeğini filizlendirip saksıya diktim bile. İçinde kızlarımın koşturduğu, çamurla oynadığı, çimlerde yalınayak gezdiği, ağaçlara çıkıp saklandığı, dalından tazecik kopardığım sebze ve meyvelerle beslendiği bir yarın düşlüyorum. Yoğurdumu kendim yapıyorum çoğunlukla.
Tarhanamı da geçen yıl kendim yaptım. Biraz zor oldu ama oldu sonuçta. İnsan yapmak istediğinde her şeyi yapabiliyormuş demek ki. Artık hazır tavukda almıyorum. Çünkü aldığım tavuk ertesi güne kaldığında korkunç bir koku ve tat bırakıyor ağzımda. Bunun içinde organik tavuk kullanıyorum artık. Büyük marketlerde ve organik ürün satan yerlerde rahatlıkla bulabiliyorum. Hem mis gibi olan tadı (hatırladığımız eski tavuk lezzetine çok yakın) ertesi güne kaldığında bile değişmiyor. Bence bu çok önemli bir kriter tavuk olayında. Yalnız kızlara Pınar’ın organik sütünü kullanıyorum hala. Bu da tetra pak kutularda olduğu için canımı sıkmıyor değil ama yine de zararlının az zararlısıdır diye kendimi avutuyorum. Yediğimiz, içtiğimiz onca zararlı şeyin arasına biraz da doğal ve faydalı şeyler sokmaya çalışıyorum ki bağırsaklarımızda bulunan şu faydalı bakteriler az da olsa bayram etsin. İnsan anne olduktan sonra bambaşka biri oluyormuş bunu anladım ben. Kendinden çok çocuklarını düşünen bir yaratık haline geliyorsun.
Madem onlara can vererek dünyaya gelmelerine vesile olduk. Bu dünya da onları en iyi şekilde beslemek, büyütmek ve yetiştirmek bizim asli görevimiz. “Hadi gel köyümüze geri dönelim” demiş zamanında şairin biri. Mümkün olsa bunu yaparmıyız acaba? Kurduğumuz düzeni ve kendimize ait teknolojiyle dolu dünyamızı bırakır gidermiyiz? Bu çok radikal bir karar olduğu için zor diyorum ben kendi adıma. Ama kendi köyümüzü kurmakta da hiçbir engel tanımamalıyız bence. Hem doğanın hem teknolojinin içiçe olduğu bir köy düşlüyorum demek ki ben. Ve bunun içinde hayallerimin peşinde koşuyorum.
Elbet bir gün yakalayacağım ve kendi minik köyümde yaşayacağım.
 
Not:Bu yazım www.ikizanneleri.net sitesinde de yayınlanmıştır.

14 Ağustos 2012 Salı

Bodrum'da büyük babannemizin kızların tabiriyle köylü babannenin evindeyiz.Kızlar hazine bulmuş gibi sularla oynayıp, çiçekleri suluyorlar.Ve beni kandırmak için de söyledikleri şey şu:"anneee çiçekler sıcakta bayılmış, suya ihtiyaçları varrrr"

Milas'ta köydeyiz yine.Folluktaki yumurtalar, kızlar folluktan yumurtaları alınca şaşırdılar ve sanki pişmiş yumurta gibi birbirine vurup birinin kırılmasına neden oldular.Karya tavukların peşinde koşmaya bayıldı ama sonra kazları görünce ikimizde kaçacak yer aradık.Kazlar üzerimize gelirken öyle bir tıslıyorlardı ki.Kaçmayana deli derlerdi eminim.Ve evin tam karşısındaki elektrik direğine yuva yapan leyleklerin yavruları.Anne ve baba leylek gitmiş ama yavrular henüz yuvalarını terk etmeye hazır değiller.Ağustos sonuna doğru onlarda sıcak ülkelere gitmek için yola çıkarlarmış.





 Burası Konak meydanı.Kızlar haftasonu kuşlara yem atmanın tadını çıkarıyor.
 Burası Ödemiş Gölcük.Manzara enfes değil mi?
 Kızları geçen yıl aslan max'e götürmüştük.Sonra buz devri 4'e de gittiler.Bu max amcanın 2.si.Yine bayıldık sinemaya.
 Bodrum'dayız yine.Balığın dayanılmaz cazibesi.Mis gibi halis zeytinyağında kızaran balıklar mideye inmek için sabırsızlanıyorlar.
 Kuzenimizin evinin bulunduğu sitedeki havuz.Bodruma gidipte havuza yada denize girmeden dönmek olmazdı.İşte kızların havuz keyfi.

 Dönüş yolumuzda Bafa Gölü'ne de uğradık.Türkiye'nin en büyük ikinci tuzlu gölüymüş Bafa.Hikayesi alttaki fotolardan birinde.




 Burası da Gümüldür Ürkmez.Biz çok seviyoruz burayı.Şehre yakın olduğu içinde sık sık gidiyoruz.
Kızlar kleopatra gibi çamura bulandı.Çok eğlenceliydi.
 Burası da Seferihisar.Detaylar yok ama parkta ikiz  olmanın dayanılmaz gücünü herkese gösterdiler.Baksanıza kimselere ihtiyaçları yok.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

BİR HÜZÜN VAR İÇİMDE BİR DE ÜMİT..

       Zaman nasıl da geçmiş.Aylar olmuş yazmayalı.Ama öyle bir şey ki bu.Yazmak istemiyor insan.Yazmak istediği zaman ise aksilikler oluyor.Genelde iş yerimden takip ediyordum blogumu ve blog dostlarımı.Ama ne yazık ki bazı siteleri yasaklarken bilgi işlemci arkadaşım blogspotu da yasakladı.Neymiş efendim otomatik olarak veriliyormuş kelimeler.Sistem kendisi yasaklıyormuş.Bende hazır tatilde evdeyken bir uğrayıvereyim dedim.Biz neler yapıyoruz kısaca anlatayım.Artık 4,5 yaşıdayız.Önümüzdeki eğitim döneminde anasınıfına başlıyoruz.Ondan sonraki yıl ise ilkokul.Nasıl olacak ne olacak bilmediğimiz için bekleyip göreceğiz.Anasınıfı olarak yine kreşe devam edeceğiz.Hiç olmassa bir yıl daha büyürüz diye düşünüyorum.Kızlar iyice büyüdü.Her şey hakkında yorum ve fikir sahibiler.Muhteşem bir sohbet durumu var aralarında, aramızda.Ben genel anlamda evde avaz avaz bağıran bir tip görüntüsü çizsemde kızlarımla gurur duyuyorum.Ve sürekli pişmanlıklar içinde yatağıma giriyorum.Belki saatlerce keşke bağırmasaydım, keşke biraz daha ilgilenseydim modunda uykuya dalıyorum.Ama elimde değil o kadar tahammülsüzüm ki.Sinirlerim de çok gergin.Ama bunlar mazeret değil tabiki.Ben bu çocukları doğurduysam onlara mümkün olduğunca iyi ve aklı başında davranmalıyım.
        Neyse efendim başka neler yapıyoruz.Yüzmeyi neredeyse öğrenecekler.Bu yaz başında kolluk ve simitle başladı yüzme maceramız.Oysa şimdi simiti attık ve sadece kollukla yüzmeye devam ediyoruz.Hemde çocuk havuzuna girdiğimizde "anneeeeeeeee burası çok alçak biz burada yüzemeyiz" diyerek büyüklerin girdiği havuzda atıyoruz kulaçlarımızı.
       Bir haftadır evdeyiz ve sürekli geziyoruz.Önce Ödemiş-Gölcük-Bozdağa gittik.Organik sebze ve meyvelerin tadına baktık.Dalından vişne koparıp yedik.Sonra Bodruma gittik.Bahçeden domates ve biber topladık, mis gibi köy tavuğunun lezzetini hatırladık.Havuza girip eğlendik ve yorulduk, akşamında ise Bodrumun en güzel restoranlarından birinde deniz balığının o muhteşem lezzetini damadığımızda hissettik.Orada yorgunluktan sızdık ve masanın kenarındaki koltuklarda iki kardeş sarılarak uyuduk.Oradan Milasa geçtik.Leyleklerin yuvasını gördük, kaplumbağanın su içmesini, kazların salına salına yürümesini görüp, kazlara ve tavuklara ekmek ve yem atmanın tadını çıkardık.Birde tazecik yeni sağılmış inek sütünün sıcaklığını hissedip mis gibi ev yoğurdu yaptık.Milastan çıkıp Didim'e geçtik.Orada havanın ne kadar sıcak olduğunu hatırlayıp, bu sıcakta insanların deniz kenarında serinlemesini izledik.Ama biz çok sıcak olduğu için denize girmedik, kenarda dondurma yiyip dinlendik.Sonra evimize geldik ve "home sweet home" dedik.















     Önümüzdeki günlerde neler yaparız bilmiyoruz.Nitekim bayram sonrasına kadar evdeyiz.Ara ara yine gelip bir şeyler yazmaya çalışırım.Fotoğraf eklerim falan filan.Hüznüm geçmiyor ama ümidim sonsuz.Çünki kızlarım benim yaşam kaynağım.(Bu da başlığa uygun olsun dedim.Çünki başlıkla alakasız bir yazı olduğunu farkettim.)

12 Mart 2012 Pazartesi

TİLKİ MİSALİ....

Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yere geldim.Bloguma dönmek istiyorum artık.Ama bazen içim öyle soğuk oluyor ki.Geliyorum bakıyorum ve gidiyorum.Yazmak istemiyorum.Okumak istemiyorum.Hiç bir şey yapmak istemiyorum.Şu geçen zamanda gerçekten kötü günler geçirdim.Biliyorsunuz önce annemi kaybettim.Onun acısını daha unutamadan bu kezde büyük abimi ani bir kalp krizi nedeniyle yitirdim.İşte bu çok koydu bana.31 Aralık 2011 akşam saat 18,30 da abim gitti.Sonsuza kadar hemde.Annem ve babamın yanına.Şu koca dünyada kendi geçmişimden sadece iki kişi kaldık.Küçük abim ve ben.İkimizde yeni yaşamlarımızda yalnız değiliz çok şükür.Eşlerimiz ve çocuklarımız var.Bizi hayatta tutan yegane varlıklar.Ama insan geçmişine dönüp bakınca ne çok şey yitridiğini farkediyor.Yaşlandıkça sevdiklerimizi birer birer kaybediyoruz.Hani var ya bir şarkı..Diyor ya....
Anason kokarken sofralar
Yaşlandırıyor seni aynalar !
Her geçen yıl birer birer
Masadan eksiliyor dostlar.
Koca bir ahhhh çekiyorum bende...Yaşlanıyoruz işte..Hiç bir şey aynı kalmıyor.Biz yaşlanıyoruz, çocuklarımız ise büyüyor..Kızlarım 4 yaşını doldurdu.Artık kocaman çocuk oldular.Ve her geçen gün yeni şeyler öğrenip, muhakeme yapıyorlar.MAntıklarına hayranım.
Günlerce 9 martın gelmesini beklediler.Aslan max filmine gitmek için.O gün geldiğinde ilk sinema deneyeimlerinide yaşamış oldular.Sinemaya gitmek için biraz geç kaldık ama şartlar bizi bekletti ne yapalım.Sonuçta çok beğendiler ve çok eğlendiler.Yeniden sinemaya gelmek için söz aldılar bizden.Bizde buz devri 4 gösterime girince götürmek için söz verdik..