9 Eylül 2012 Pazar

ORGANİK İŞLER BUNLAR…..
 
Yeni trend budur efendim. Organik takılacaksın artık hayatta. Başka da yolu yok. Aksi takdirde ne sağlığın kalır alimallah nede yine sağlığın. Yıllar önce henüz küçücük, minicik bir çocukken her şeyin doğal olduğu bir dönemde yaşarken diye başlıyorum cümleme. Çünkü o dönemler sanki yüzyıllar öncesinde kalmış gibi. Oysa çok değil 3-5 yıl öncesinden (şaka şaka nerden baksan 20-30 yıl olmuştur) bahsediyorum. Hani sütçümüzün sokak sütçüsü olduğu ve kimsenin burun kıvırmadığı yıllardan. Hani sonrasında şişe ve pastörize sütler çıkmıştı da biz ne oldum delisi olmuştuk. Hani sütü kaynatmakla uğraşılırmıymış, sokak sütçüsünden aldığımız süt sağlıklımıymış falan filan. Yada hani domatesimizi, biberimizi yani bilumum sebzelerimizi atının yada eşeğinin sırtına yükleyip “bahçevannnngeldiiiihaniimmmm” “domatiiizzzz, patatizzz, patlicannnnn” diye bağıran satıcıdan. Hani sebzeni alırken ayaküstü hal hatır sorduğun komşunla da sohbet etme imkanı bulduğun günlerden. Ya da salçamızı, eriştemizi, reçelimizi ve bilumum kışlık erzağımızıhazırladığımız günlerden. Hani o zamanlar çarşıya, pazara çıktığımızda sadece mevsiminde yetişen sebze yada meyveleri görebilirdik.Ve büyük bir özlemle beklerdik mevsimi gelse de canımızın çektiği her neyse bir an önce kavuşabilelim. Oysa şimdi bakıyoruz etrafımızda her yerde, çarşı, Pazar, market farketmiyor her şey her zaman bulunuyor. Bu iyi mi, kötü mü mevzumuz bu olmadığı için hemen burayı geçiyorum.
Eskiden hatunlar hamile kaldığında aşermek bile daha zevkliydi bence. ”Hayatım canım şunu çekti”deyip baba namzeti kişiyi ordan oraya koşturup aratmak ne eğlenceli olsa gerek. Halbuki şimdi bulamamak gibi bir durum söz konusu bile değil. Şimdi zamanında yemediğimiz gıdalar yani artık her daim her yerde bulabildiğimiz bu sebze ve meyveler var ya. Ben bunların zararlarını yada nasıl üretildiğini anlatmayacağım. Çünkü artık hepimiz bilinçliyiz bu konularda. Yok hormonlusu, yok katkılısı, yok ilaçlısı, yok GDO’lusu var bunların. Birde bunları tekrar tekrar anlatarak ben canınızı sıkmayacağım. Bu konuda ne yapılabilir derdindeyim ben.
Sebze ve meyvelerimi mümkün olduğunca köy pazarlarından almaya çalışıyorum. Köylerdeki insanların hala saf ve kötüleşmemiş insanlar olduklarına inanıyorum. Gözlerini para hırsı bürümemiş olmalarını diliyorum. Ve ben her aldığım doğal ürünün tohumlarını alıp saklama çabasına girdim. Mesela bir gün Seferihisar’a gittim. Oradan Seferihisar’ın yerli domatesini aldım. Hemen çekirdeklerini ayırıp kendime yerli domates tohumu yapıp sakladım. Mesela Milas’a köye gittiğimde yıllardır yemediğim, bırakın yemeyi görmediğim yerli karpuzla rastlaştık. Önce tanıyamadık birbirimizi. Sonra ben kocaman açılmış gözlerimle bunun çok eskilerden tanıştığım yerli karpuz olduğunu fark edince karpuz yemeği bile unutup direk çekirdeklerine saldırdım.
Etrafımdaki insanlar şaşkınlıkla bana bakıp karpuz yemeğe devam ettikçe ben çekirdek topluyordum önlerinden. Hani belki hatırlıyorsunuzdur o iri iri siyah çekirdekleri. Hani annelerimiz onu kurutup biraz tuzlayıp tavada kavururdu da biz çekirdek niyetine çitlerdik. Hatırladınız değil mi? İşte o çekirdekleri şimdilik kurutup sakladım. Sonra yine köyden yada doğallığına güvendiğim bir yerden aldıysam meyvelerin çekirdeklerini de saklamaya başladım. Elimde birkaç tane erik ve armut çekirdeği yani tohumu var. Onları da bir güzel kurutup sakladım. Şimdi sırada güzel bir bahçe almak fikri var. Tohumlarım hazır. Şöyle güzel bir arazi alıp, içine minik, şirin bir ev yapıp sonra da bahçemi oluşturma hayalindeyim. Bu yüzden bir limon çekirdeğini filizlendirip saksıya diktim bile. İçinde kızlarımın koşturduğu, çamurla oynadığı, çimlerde yalınayak gezdiği, ağaçlara çıkıp saklandığı, dalından tazecik kopardığım sebze ve meyvelerle beslendiği bir yarın düşlüyorum. Yoğurdumu kendim yapıyorum çoğunlukla.
Tarhanamı da geçen yıl kendim yaptım. Biraz zor oldu ama oldu sonuçta. İnsan yapmak istediğinde her şeyi yapabiliyormuş demek ki. Artık hazır tavukda almıyorum. Çünkü aldığım tavuk ertesi güne kaldığında korkunç bir koku ve tat bırakıyor ağzımda. Bunun içinde organik tavuk kullanıyorum artık. Büyük marketlerde ve organik ürün satan yerlerde rahatlıkla bulabiliyorum. Hem mis gibi olan tadı (hatırladığımız eski tavuk lezzetine çok yakın) ertesi güne kaldığında bile değişmiyor. Bence bu çok önemli bir kriter tavuk olayında. Yalnız kızlara Pınar’ın organik sütünü kullanıyorum hala. Bu da tetra pak kutularda olduğu için canımı sıkmıyor değil ama yine de zararlının az zararlısıdır diye kendimi avutuyorum. Yediğimiz, içtiğimiz onca zararlı şeyin arasına biraz da doğal ve faydalı şeyler sokmaya çalışıyorum ki bağırsaklarımızda bulunan şu faydalı bakteriler az da olsa bayram etsin. İnsan anne olduktan sonra bambaşka biri oluyormuş bunu anladım ben. Kendinden çok çocuklarını düşünen bir yaratık haline geliyorsun.
Madem onlara can vererek dünyaya gelmelerine vesile olduk. Bu dünya da onları en iyi şekilde beslemek, büyütmek ve yetiştirmek bizim asli görevimiz. “Hadi gel köyümüze geri dönelim” demiş zamanında şairin biri. Mümkün olsa bunu yaparmıyız acaba? Kurduğumuz düzeni ve kendimize ait teknolojiyle dolu dünyamızı bırakır gidermiyiz? Bu çok radikal bir karar olduğu için zor diyorum ben kendi adıma. Ama kendi köyümüzü kurmakta da hiçbir engel tanımamalıyız bence. Hem doğanın hem teknolojinin içiçe olduğu bir köy düşlüyorum demek ki ben. Ve bunun içinde hayallerimin peşinde koşuyorum.
Elbet bir gün yakalayacağım ve kendi minik köyümde yaşayacağım.
 
Not:Bu yazım www.ikizanneleri.net sitesinde de yayınlanmıştır.